HAYATA TUTUNUŞ VE BERLİN ZAFERİ 2024




Zorlukların Ardından Gelen Kişisel Rekor


Berlin Maratonu’nun 50. yılında, 02:34:02’lik bir kişisel rekorla yarışı tamamladım. Ancak bu sonuç,

bir yıldır süren titiz hazırlıkların ardından beklediğim performans değildi. Çünkü tam yarışa bir ay kala,

antrenman sırasında bir trafik kazası geçirdim. O an, hayatın bir anda nasıl altüst olabileceğini

öğrendim. Çarpmanın ani gürültüsüyle dünya bir saniyeliğine durdu. Yerde yatarken zihnimde sadece

tek bir düşünce yankılanıyordu: Bir ay kalmıştı… sadece bir ay. Acı henüz hissedilmiyordu ama

içimde derin bir korku vardı. Yarış başlamadan bitmiş olabilir miydi?


Ambulansla hastaneye götürülürken bile aklımdan geçen tek şey Berlin

idi. Yarışa sadece bir ay

kalmıştı ve ben daha koşmamıştım bile. Hastanede yatarken, saatimin sağlam olup olmadığını

sordum. Çünkü o saat, beni hayata ve Berlin hayalime bağlayan son parçam gibiydi. Başımı

çarpmıştım ve doktorlar ciddi bir durum olup olmadığını anlamak için beni bekletiyorlardı. İlaçların

etkisiyle ağrı sızı hissetmiyordum ama etkiler geçtikçe, gerçek ortaya çıkmaya başladı: Sağ kolumda ve

sırtımda üç farklı kas yırtığı, kolda uyuşma ve sürekli artan ağrılar. Geceleri uykusuz bırakacak kadar

şiddetliydi, ama zihnim hep Berlindeydi.


Hastanede dört gün geçirdikten sonra taburcu oldum. Yürümek bile büyük bir çabaydı, koşmak ise

imkansız görünüyordu. Yaklaşık 10 gün boyunca evde dinlenmek zorunda kaldım. 15. gün, doktorum

Çağrı dikişlerimi aldı ve tüm kontrolleri yaptı. Bana “Koşmana bir engel yok ama kaslarında ciddi bir

yıkım var, toparlaman uzun sürecek. Kendini yıpratma,” dedi. İşte duymak istediğim şey buydu. Aynı

günün akşamı 30 dakikalık bir deneme koşusuna çıktım, belki de hayatımın en zor koşusuydu. Ne

nefesim yetiyor ne de bacaklarım gidiyordu. Ertesi gün 45 dakika, sonra bir saat… Ama raporlar iyi

değildi. Yıllardır nabız esaslı antrenman yapıyordum ve bu toparlanma denemelerinde nabız

parametrelerim o kadar kötüydü ki, maratonu bırak, 10K bile zorlayamayacak durumdaydım.


Yine de pes etmedim. Kalan günlerde hemen her gün 10-12 kilometre arasında joglarla kendimi

toparlamaya çalıştım. Moralim çok dalgalanıyordu; bir yandan interval antrenmanlarla hız denemeleri

yapıyor, bir yandan da Berlin’i planlıyordum. Yarışa birkaç gün kala “En azından atmosferi tadayım,

hayal kurduğum o ortamı göreyim,” diye kendimi teselli ettim. Sıkıntı çıktığı yerde bırakırım,

diyordum.


*Yarış Günü*

A Kapısından start alanına giriş yaptım, tam da start çizgisinin hemen yanındaydım. Üç metre önümde

elit atletler duruyordu. Aşırı heyecanlıydım ama kas yırtıklarım da varlığını unutturmayacak şekilde

kendini hatırlatıyordu. Ve start anı geldi. Yarışa büyük bir heyecanla başladım. En önlerden çıkmanın

avantajıyla kalabalığa takılmadan hızlıca ilerledim. İlk birkaç kilometrede kendimi dinlemeye çalıştım:

“Gaza gelme Canpo, gaza gelme,” diye kendi kendime telkin ediyordum.


Kilometreler geçtikçe 15. kilometreye geldiğimde bacaklarımın dolu olduğunu hissettim ve

“Gitmeyecek sanırım,” dedim. En azından yarı maraton mesafesini bitireyim, sonra bırakırım diye

düşündüm. Fakat beklediğimden hızlı geçtim. Parkur boyunca seyircilerin inanılmaz desteğiyle

ağrılarımı neredeyse unuttum. Yarı maraton geçiş sürem de fena değildi. “Devam et, gittiği yere kadar,” dedim.


Her 5 kilometre geçişinde beni takip edenlerin ekranına geçiş bilgilerimin düşeceğini biliyordum ve

onların heyecanını hissetmek, beni yarışta tutuyordu. Ancak 35. kilometreden sonra güç tükenmeye

başlamıştı. Ağrılar şiddetlendi, bacaklarım çalışıyordu ama kolum uyuşmuş, zihnim de uyumaya

başlamıştı. 37. kilometrede Suna’nın, 38. kilometrede Balam ve Aslıhan’ın tezahüratlarıyla kendime

geldim. Son bir gayretle Brandenburg Kapısı'nı gördüğümde, tüm bu sürecin duygusal patlaması

yaşandı. Bitiş çizgisine yaklaştığımda gözlerim doldu. O tarihi kapı, bir zaferin sembolü gibiydi.



*Brandenburg Kapısı’ndan Geçiş ve PB*


Brandenburg Kapısı

na yaklaştığımda, tüm o acılar, zorluklar ve mücadeleler bir film şeridi gibi

gözümün önünden geçti. Artık “bitsin” diyordum, ama aynı zamanda tarih yazıyordum. O mavi halıya

adım attığımda saatime baktım: PB geliyordu. Daha da mutlu bir halde tarihi kapıdan geçip bitiş

çizgisini aştım. 02:34:02.

Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Alandan çıkıp Balam’ın yanına yürümeye başladım. Beni görüp

koşmaya başladığında, tüm bu sürecin baskısı bir anda patladı ve gözyaşlarım sevinçle dökülmeye

başladı. Bu sadece bir maraton değil, hayatımın en büyük geri dönüş hikayesiydi. Yaşadığım

olumsuzlukların kimseye denk gelmemesini diliyorum ama benzer bir durumda olanlar için ilham

olabilirsem ne mutlu bana.


Canpolat AKBAY

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Ultra Trail 42K – İlk Edisyon Deneyimi